ÇÖZÜM SÜRECİ

Yayınlama: 05.01.2025
A+
A-
     Rousseau, “Tarihte ilk kez bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip “burası benimdir” diyen ve buna inanacak kadar saf insanlar bulabilen ilk insan, uygar toplumun kurucusu olmuştur.” Rousseau bu ifadesiyle, mülkiyet kavramına atıfta bulunmuştur. Bir alana ilişkin çevreleme ve sahiplenme güdüsü, aynı zamanda bahsi geçen alanla ilgili başka insan topluluklarıyla oluşan rekabeti yönetmeyi de gerekli kılmaktadır. Ontolojik bağlamda değerlendirildiğinde; elindekini koruma güdüsü yani güvenlik kaygılarıyla ortaya çıkan çevreleme ve sınır uygulamalarının, fiziken bölünmüş mekanların siyasallaşmasını da beraberinde getirdiği söylenebilir.
    Halklar, imparatorluklar ve ülkelerin, yöneticilerin ve her nevi iktidar formasyonunun bir arada olduğu bütün çağlar, bütün yeni dönemler; hep yeni mekân bölünmeleri, yeni çitler ve yeryüzünde yeni mekansal düzenlemeler üzerine kuruludur.
    Yeryüzünde imparatorluklar kurulmuş, Osmanlı da imparatorluk kurmuştur, Müslüman milletleri ve birçok milleti yönetmiştir. Savaşlar sonucu Osmanlı toprakları git gide erimeye ve küçülmeye gitmiştir. Yahudiler zenginleşerek ülkelerin içerisinde ekonomileri etkileyecek kıvama ve ayakları üzerinde durana dek ve hayalleri olan Arz-ı Mev’ud’u ki, Yahudi haham Dov Lior, “Arz-ı Mev’ud (Büyük İsrail) hedefimize ulaşmak için “Kürdistan” vaadiyle Kürtleri inandırıp, onları Türklerle çatıştırmak zorundayız!” Emperyalist güçler de Ortadoğu’yu sömürecek bir ileri karakolu onaylıyorlardı.
     Osmanlıya karşı topyekûn savaş ilan edildi ve Osmanlı toprakları bölüştürüldü ve ulus devletler meydana geldi. O zaman Kürtler kadim topraklar, Mezopotamyada yaşıyor ve büyük bir ulusu temsil ediyorlardı, o gün Arap ülkeleri her biri bir şehir mesabesinde olan toprak parçalarını devlet olarak böldüler ve adeta “parçala ve yut” politikasını güttüler.
     Kürtleri ise dört parçaya bölerek; Türkiye, İran, Suriye ve Irak sınırları içerisinde yaşamaya mahkûm ettiler. O gün Kürtlere devlet vermeyenler daha sonra niye devlet kurmak sizin de hakkınızdır dediler? Müslüman memleketlerde ırkçılığı körükleyerek, aralarına fitne soktular. Amaçları büyük toprağa sahip olan bu dört büyük devleti rahat bırakmamak ve Kürtleri bu devletler içerisinde tehdit unsuru olarak kullanmak ve böylece sömürme ve kendilerine karşı gelecek mecalleri olmasın diye!
     Aralarına ırkçılık gibi bir fitne koydular ki, birbirlerinin yüzüne bakacak ve yanyana gelecek mecalleri yok oldu. Bu dünya sinemasında maalesef Kürtlere verilen rol bu idi. Kerkük ve Musul masa başında kaybedildikten sonra, durumu öğrenen Mustafa Kemal, “canımız pahasına olsa toprağımızı vermeyiz” deyip, orduya Kerkük ve Musul’a girin talimatı verdiğinde, olgunlaşmamış Şeyh Said isyanları başlatıldı. Ayni tarihlere denk gelmesi tesadüf müdür?
     Geçmiş hükümetlerin, Kürt politikası adil olmuştur diyemem, ancak yapılan hataların faturasını sadece birilerine kesmek adil değildir. Empati, farklı bakış açılardan bakabilmektir. İtiraf edilmiş her hata, kazanılmış bir zaferdir. Ders alınmazsa, her hata bir sonraki hatanın virüsü olur. Türk olmayan insanların yaşadığı şehirlerin dağlarına, “Ne Mutlu Türküm Diyene” şeklinde yazılar yazıldı. Doğrusu, bu hiç de empatik olmayan bir haldi. Sonuç ortada; duygusal incinme ve kırılmalar büyük bir yekûn oluşturdu. Oradakilerin hiçbiri Türk olmadı, kendilerini mutlu hissetmedi, dahası uzaklaştılar. Tam da üzeri çizilen, görmezden gelinen kimlikler daha belirginleşti; büyük kimlik parçalandı, alt kimlikler belirginleşti. Bundan nemalanan çok sayıda oluşum sosyolojik bir gerçeklik kazandı.
     Şimdilerde Türkiye’nin başına bela edilen, Kürtlerin örfünden ve dininde uzaklaşmış ancak Kürtler adına kendini lanse edip Emperyalistlerin güdümündeki terörü, mecali kalmadığı halde, muhatap alarak, Türkiye önemli bir adım atmıştır. Türkiye Emperyalist güçlerin devamlı dile getirdiği ve aleyhinde propaganda olarak kullandığı demokratikleşme naralarının önüne geçmek için el uzatmıştır.
    Bize göre bu sefer ki, süreç diğerlerine bezemiyor, Türkiye bu sefer terörü memleketinden sürmüş ve dışarıda da mecalsiz bırakmıştır. Terör örgütünün başka çaresi de yoktur. Silahları bırakacak ve örgütü de fes edecektir. Bu ameliye muhtemelen şubat ayı içerisinde olacaktır. İmralı “gereken adımı atmaya, çağrıyı yapmaya hazırım.” diyor. Çözüm artık ertelenemez bir hal aldı. En önemli zeminlerden biri şüphesiz TBMM’sinde çözümün ele alınmasıdır. Türk ve Kürt kardeşliğini güçlendirmek tarihi bir sorumluluk olmuştur. İmralı ile görüşen DEM’liler de “bu sefer daha umutluyuz” diye demeç veriyor ve “bütün partilerle görüşeceğiz” dediler ve kolları sıvayıp önce Meclis başkanı Kurtulmuş ve sonra da MHP’yi ziyaret ettiler. Görüşmelerin olumlu geçtiğini söylediler.
     Süreci sabote etmek isteyen muhalefet ve ilgili çevreler ise, Erdoğan; anayasayı değiştirmek ve Cumhurbaşkanlığına tekrar seçilme hesaplarını yapıyor diyorlar. Söyleye dursunlar, “atını alan Üsküdar’ı geçmiştir.” Bunların ağzından hiç hayır duydunuz mu? Bu çağrı, iki kadim milletin kardeşliğini beraberinde getirecekse gerisi teferruattır bizim için.
     Türkiye, inşallah özgürlük ve demokratik bir anayasa gerçekleştirecek ve bu kangrenleşmiş yarayı tedavi edecektir. Çözüm süreçleri irili ufaklı on iki kez denendi en kapsamlısı 2013’te başlatılanı idi. Dönemin hükümeti Habur sınır kapısına seyyar mahkemeyi bile ayaklarına götürdü, bu ateş bitsin diye. Bu süreç içerisinde hükümet aleyhine propagandalar yapıldı, ancak bu meselenin çözümünde siyasi hayatıma mal olsa dahi ben bu süreci devam edeceğim kararlılığını sürdüren Erdoğan’nın yaptıklarına karşı, örgüt 1300 küsür kez süreci sabote etti ve Güneydoğu bölgesi silahları bırakacakları yerde silah deposu haline getirildi. Türk silahlı kuvvetler ve diğer kolluk kuvvetlerine talimatla örgüt çökertilmeye mahkûm edildi. Son olarak Kandil’in Avrupa bizim masadan kalkmamızı istedi sözleriyle son buldu.
     On binlerce can yok oldu, yaralılar yüz binlerle ifade etmek mümkün oda onun cabası! huzursuzluk, kaos, can ve mal korkusu ayrı bir sıkıntı! Memleketin ekonomikmen gerilemesi ve insanlarımızın müreffeh bir hayat sürmelerine engel olunmasının vebali unutulacak gibi değildir. Şimdi pardon demenin çok kıymetli olduğunu sanmıyorum ancak kaçınılmazdır. Ferasetli olanlar olayları önceden, bundan yoksun olanlar sonra farkına varırlar.
    İnsanımızın kardeşliğe, adalete, eşitliğe ve huzura ihtiyacı vardır! Bu sefer insanımız Kandil baronlarını dinlemez inşallah. Dinlese bile bir faydası olmayacaktır ve bu bir çözüm sürecinden ziyade Türkiye’nin kararlı tutumunun eseri olacaktır. Ancak milletimiz yoruldu, örgütün Kürt milletine reva gördüğü kan, gözyaşı elem, keder ve huzursuzluk son bulur inşallah. Vesselam.
Muhammed Zeki Mirzaoğlu
Araştırmacı yazar

Yazarın Son Yazıları
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.