Ekmen: “Türkiye’nin demokratikleşmesi, Kürt meselesinin çözümünden bağımsız düşünülemez”

Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek varolan ve her geçen gün ayrı bir boyut kazanan Kürt Meselesine, yakın zamanda MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, PKK lideri Abdullah Öcalan’a “umut hakkı”nın tanınması ve gerekirse gelip mecliste konuşsun çağrısı bambaşka bir boyut kazandırdı. Tüm bu gelişmeleri ve Kürt meselesinin özünü Deva Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Mersin Milletvekili olan Av. Mehmet Emin Ekmen’le konuştuk. Siz değerli okurlarımızı, sorularımıza tecrübesiyle ve içtenliğiyle cevap veren Mv. Ekmen’in röportajıyla başbaşa bırakıyoruz…

Yayınlama: 30.01.2025
Düzenleme: 30.01.2025 17:04
A+
A-

Kürtler ve Türklerin ortak mücadelesi ile kurulan Cumhuriyet’in ardından 1921 ve 1924 Anayasalarında Kürtlerin temsil hakkı tesis edilmekle birlikte sonraki süreçlerde Kürtlerin yasal olarak temsillerinde gerilemeler yaşandığı iddiasına yönelik görüşleriniz nelerdir?

Cumhuriyet’in kuruluşunda Kürtler ve Türkler ortak bir mücadele verdi. 1921 Anayasası’nda yerel yönetimlere geniş yetkiler tanınmış ve çoğulcu bir yapı teşvik edilmiştir. Ancak, 1924 Anayasası ile merkeziyetçi bir anlayış benimsenmiş ve farklı kimliklerin temsiline yönelik alanlar daraltılmıştır. Bu durum Kürtlerin siyasi temsilinde de ciddi gerilemelere neden olmuştur. Aynı dönemde başta Kürt ve Kürtçe olmak üzere genç Cumhuriyet kadrolarının vatandaşlık-din-dil tanımına uymayan herkesim, dillerin yasaklanmasından iskan politikalarına, mübadeleden yargılamalara kadar bir dizi ötekileştirici politika ve uygulamalara maruz kalmışlardır.

Bugün, geçmişte yapılan bu hatalardan ders çıkararak her alanda katılımcı, demokratik, çoğulcu şeffaf bir yönetim modeli üretmek, sadece Kürtler değil dini-etnik-mezhebi her kesimin temsili ile ilgili sorunları çözmek zorundayız. Bu mesele, sadece bir etnik grubun özelinde ele alınmamalı; bütüncül ve kapsayıcı bir demokratikleşme perspektifiyle meseleye yaklaşılmalıdır. Gerçek anlamda, katılımcı, çoğulcu bir hukuk devleti inşa edip, Demokratikleşme serencamımızı amasız fakatsız tamamlayarak, yerel yönetimleri güçlendirerek ve eşit vatandaşlık temelinde bu sorunların üstesinden gelebiliriz.

Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlık tanımına ilişkin görüşleriniz nelerdir? Kürtler özelinde bir değerlendirme yaptığınızda vatandaşlık tanımını yeterli buluyor musunuz? Neden?

Vatandaşlık tanımı anayasada nasıl yazılırsa yazılsın, devletin uygulamalarına ve o ülkede yaşayan bütün vatandaşların kendini nasıl hissettiğine bakmak lazım. Böyle bakınca din dil mezhep ve etnik farklılıklar kapsamında her bir vatandaşın kendini eşit hissettiğini ifade etmek mümkün değildir. Mevcut vatandaşlık tanımının, etnik bir vurgu taşıdığı ve bu nedenle kapsayıcılık açısından yetersiz bulunduğu kabul edilmektedir. Anayasadaki tanım ve süregelen devlet uygulamaları Kürtler gibi farklı kimlik sahiplerini maalesef kuşatmamaktadır.

2013-2015 yılları arasında iktidarın başlattığı çözüm süreci hakkında görüşleriniz nelerdir? Sürecin başarılı olamamasının gerekçeleri nelerdir?

2013-2015 yılları arasında başlatılan çözüm süreci, Türkiye’nin Kürt sorununu çözme noktasında önemli bir girişimdir. Ancak bu süreçte ciddi eksiklikler yaşanmıştır. Sürecin mimarisi, ajandası, zaman yönetimi ve hedefleri ortaya konamamıştır. Demokratikleşme adımlarının yetersizliği, örgüt güç odaklarının sürece katılımdaki gönülsüzlüğü ve taraflar arasındaki güven sorunları sürecin başarısızlıkla sonuçlanmasına neden olmuştur.

Siyasi kaygılar da, sürecin sağlıklı bir şekilde ilerlemesine engel olmuştur. Ayrıca, bölgesel ve uluslararası gelişmeler (örneğin Suriye) süreci olumsuz etkilemiştir. Bu tür girişimlerin başarıya ulaşması için şeffaflık, toplumun geniş kesimlerinin katılımı ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir yaklaşım benimsenmelidir.

MHP Lideri Bahçeli’nin, Öcalan’a “Umut Hakkı” kapsamında silahları bırakma çağrısıyla ilgili söylem ve yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kürt meselesinde şiddetin sona ermesi elbette önemlidir. Silahlı bir örgütle görüşülerek silahsızlandırmayı sağlama çabası, ulus devletler çağının en önemli arayışlarından biridir; çünkü 200 yıllık dönem göstermiştir ki hiçbir ulus devlet kendisine başkaldıran silahlı bir isyan veya terör hareketini mutlak askeri bir zaferle bertaraf edememiştir. Aynı şekilde hiçbir silahlı isyan hareketi de ulus devletleri bırakınız mağlup etmeyi, geriletememiştir dahi. Dünyada Kolombiya, İspanya, İngiltere, Güney Afrika, Filipinler gibi birçok farklı ülkede çatışma çözümü olarak adlandırılan görüşmeler yapılmış, önemli bir kısmında da ciddi sonuçlar ve başarılar elde edilmiştir. Türkiye’de ise 1993 yılından bugüne kadar, örgütle görüşme trafiğinin içerisinde olmayan hiçbir siyasi lider veya kurum yoktur. Gerek açık kaynaklar, gerek örgüt kaynakları, gerekse devlet kayıtları Mesut Yılmaz, Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, Anasol-M koalisyonu döneminde genelkurmay (Hasan Uğur ve Çevik Bir), Erdoğan döneminde 2004-2009-2011 yıllarında görüşmeler yoluyla örgütün silahsızlandırılması hedeflenmiş; ancak sonuç alınamamıştır. Bu bağlamda Bahçeli’nin çıkışı uluslararası tecrübelere de, Türk devlet aklına da uygun bir çıkıştır.

Peki, buradaki çağrıya binaen yöntemi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Evet, yönteme gelince; çatışma çözümünde silahsızlandırma amacıyla önerilecek mutlak bir model yoktur. Tarafların doğrudan görüştükleri, güce dayalı veya yalın arabuluculuğun olduğu, barışın toplumsallaştırıldığı veyahut barışın liderler seviyesinde topluma dikte ettirildiği, geçmişle yüzleşildiği veyahutta eski defterlerin hiç karıştırılmadığı gibi örnekler arasında her ülke, kendi çözüm modelini üretmiştir. Aynı şekilde ülkelerin her denemesi de kendi yolunu çizmiştir. Türkiye’de görüşmelerin birçoğu tarafların doğrudan görüşmesi yoluyla sağlanmışsa da, Oslo gibi uluslararası arabulucu ve gözlemcilerin içinde yer aldığı deneyimler de yaşanmıştır. Çatışma çözümü ve benzeri girişimlerde esas olan taraflar kadar toplumun da bu sürece hazırlanmasıdır. Bu nedenle masada tarafları süreçten soğutacak başlıkları erken konuşmamak gerektiği gibi, toplumu gerecek veya sürece karşı kaygıyla yaklaştıracak hususları da erkenden konuşmamak gerekir. Bahçeli’nin “Umut Hakkı” çerçevesinde yaptığı bu çağrı, sürecin henüz kamuoyuna tam anlamıyla mal olmadığı bir aşamada, toplumun sinir uçlarıyla oynamak, sürece olan desteği tartışmalı hale getirmek veyahut da azaltmak gibi sonuçlar üretebilir. Bu tür açıklamaların toplumsal algı ve güven üzerinde olumsuz etkiler yaratma riski bulunmaktadır.

Barış süreçleri, mümkün mertebe şeffaf ve demokratik bir zemin üzerinde ilerlemelidir. Demokratik ve tarafsız aktörlerin de bu sürecin içinde yer alması gerekir.

Tam da burada şunu sormak istiyorum; bir taraftan Öcalan’ın silahların bırakılması için meclise davet edilmesi öbür taraftan da bu çağrının hemen akabinde DEM Partisinin elinde bulundurduğu bazı belediyelere kayyım atanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öcalan’ın silahların bırakılması için meclise davet edilmesi ile başlayan süreç hedefleri açısından tarihi bir girişime işaret ediyor olabilir. 100 yıllık geçmişi olan, 40 yılı terör ve şiddetle kana bulanmış bir sorunun çözümü sadece barış getirmez. Ülkeyi ve devleti de her açıdan dünyada ilk on ülke arasına çıkartır. Bu, ülkemiz için büyük ve tarihi bir fırsattır. Süreci prensipte desteklemek, ihtiyaca göre tavsiye ve eleştirilerde bulunmak gerekir. Silahsızlandırma görüşmeleri doğrudan örgütle yapılmak zorundadır. Ancak gerçek anlamda barışın inşası on yıllar sürebilir. Bu inşa için sivil toplum ve siyasetin güçlendirilmesi gerekir. Demokratik aktörlerin güçlendirilmesi gerekirken yapılan bu operasyonlar işin doğasına ve ruh ruhuna aykırıdır. Ancak şunu da ifade etmek gerekir ki Türkiye’deki çözüm sürecinde de dünyadaki örneklerinde de, ister muhataba karşı elini güçlendirmek, ister taraflar arası rekabet, ister devlet içindeki görüş ayrılıklarından kaynaklı olsun benzer stresler her zaman yaşanmıştır. DEM partisinin belediyelerine kayyım atanması ise halk iradesine bir müdahale olarak değerlendiriledir. Kayyım atamaları, demokratik değerlerle bağdaşmadığı gibi, toplumsal barışa da zarar vermektedir. Bu iki olayın birbiriyle çelişen mesajlar içerdiği açıktır ve süreçlere olan güveni zedelemektedir. Kalıcı Barışın sağlanabilmesi için hukukun üstünlüğü, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve demokratik reformların önceliklendirilmesi gerekir.

Hukuka uygunluğu tartışmalı veya hukuka aykırılığı açık soruşturmalar yoluyla belediye başkanlarının görevden alınarak yerlerine kayyum atanması maalesef bir iktidar rutinine dönüşmüştür.

Sizce gelinen bu aşamada Kürt meselesinin çözümü için kısa ve orta vadede neye ihtiyaç duyulmaktadır? Siz söz konusu mesele hakkında yaşananları hangi çerçevede değerlendirmeyi daha uygun buluyorsunuz?

Kürt meselesi hâlâ çözüm bekleyen bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Mesele yalnızca etnik bir sorun değil, demokratikleşme, insan hakları ve eşit vatandaşlık temelinde ele alınması gereken bir konudur. Kısa vadede dil ve kültürel hakların anayasal güvence altına alınması, kayyım uygulamalarının kaldırılması ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi gibi somut adımlar atılmalıdır. Orta vadede ise yeni bir anayasa, çoğulcu bir vatandaşlık tanımı ve yerinden yönetim anlayışıyla kalıcı çözümler üretilmelidir.

Bu mesele, çatışma ve şiddetle değil; diyalog ve müzakereyle, hukukun üstünlüğüne dayalı bir yaklaşımla çözülmelidir. Türkiye’nin demokratikleşmesi, Kürt meselesinin çözümünden bağımsız düşünülemez.

İmralı heyetinin açıklayıp ifade ettiği; bu bir barış sürecidir, çözüm süreci daha uzun vadeli olacaktır söyleminden ne anlamalıyız?

İmralı’dan beklenen silahsızlanma çağrısının açık net ve pazarlıksız bir çağrı olmasına dair beklentiler ifade ediliyor. Bu, Kürt sorunun çözümünde her türlü silah şiddet ve terörün denklem dışına çıkarılması demektir. Devletin de Türkiye’de yaşayan bütün hakların da yararına olacak bir durumdur.  bu çağrı ile ortaya çıkacak tablo Bir kavga halinin sona ermesi demektir yani barış’tır. Ancak Kürt meselesi ile ilgili yasal ve anayasal ya da uygulamadan kaynaklanan bütün sorunların giderilmesi daha uzun vadeli siyasi bir sürece işaret etmektedir. Zaten Abdullah Öcalan yegeni Ömer Öcalan’a meseleyi çözmeyi değil meseleyi silah ve şiddet zeminden demokratik siyaset zemine çekmeyi Hedeflediğini ifade etmiştir. Dolayısıyla biz silah şiddet ve terörün devre dışında kalacağı bir döneme giriyor olabiliriz ve bundan hepimiz kazançlı çıkacağız.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.