Özgür-Der Genel Başkanı Kaya: “Devlet, Türk Devleti Olmaktan Çıkartılmalı”

Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek varolan ve her geçen gün ayrı bir boyut kazanan Kürt Meselesine, yakın zamanda MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, PKK lideri Abdullah Öcalan’a “umut hakkı”nın tanınması ve gerekirse gelip mecliste konuşsun çağrısı bambaşka bir boyut kazandırdı. Tüm bu gelişmeleri ve Kürt meselesinin özünü İstanbul’da Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya’yla konuştuk. Siz değerli okurlarımızı, sorularımıza tecrübesi ve içtenliğiyle cevap veren Rıdvan Kaya’nın röportajıyla başbaşa bırakıyoruz…

Yayınlama: 03.02.2025
A+
A-

Kürtler ve Türklerin ortak mücadelesi ile kurulan Cumhuriyet’in ardından 1921 ve 1924 Anayasalarında Kürtlerin temsil hakkı tesis edilmekle birlikte sonraki süreçlerde Kürtlerin yasal olarak temsillerinde gerilemeler yaşandığı iddiasına yönelik görüşleriniz nelerdir?

1921 ve 1924 anayasalarında Kürtlerin temsil hakkıyla ilgili mevcut olduğunu söylediğiniz düzenlemelerin ne olduğunu bilmiyorum; ama savaş sonrası Anadolu coğrafyasının emperyal güçlerce işgaline karşı başlatılan ve “Milli Mücadele” diye adlandırılan süreçte etnik-kavmi kimliklerin değil, İslami aidiyetin söylem düzeyinde çok etkili olduğu ve ilk dönemde gelişmelere yön verdiği açıktır. Ne yazık ki ilerleyen dönemde eski İttihatçı, yeni Kemalist kadrolar güçlendikçe milliyetçi/ulusçu bir temelde yeni bir toplum ve yeni bir devlet yapısının inşasına girişilmiş, Türk ulusal kimliği çerçevesinde şekillendirilen bu yapı farklılıkların önce yok sayılmasını, bilahare inkâr ve imhasını beraberinde getirmiştir.

Bu bağlamda Kürt sorunu da resmi ideolojik dayatmalar, ondan beslenen milliyetçi fanatizm ve inkârcı politikalarla yaşadığımız ülkenin yakıcı bir gerçeği haline gelmiştir. Sorunun temelinde Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş döneminde bu topraklarda yaşayan farklı etnik kökenden Müslümanların eşitliği ve kardeşliği temelinde bir siyasi yapı oluşturulacağı vaadine rağmen, kurucu kadroların Türkiye Cumhuriyeti devletini etnik temelli ulusal-laik bir devlet formunda örgütlemiş ve Osmanlı’dan kalan coğrafyada hâkim unsur olan Türk kavmini esas almış olmaları yatmaktadır. Türklük dayatması, bu coğrafyada yüzlerce yıldır var olan farklı etnik/kavmi kimliklerin inkârına ya da tahkir edilmesine yol açmıştır.

Sonuç itibariyle Kürt sorunu laik-ulusal devlet formunda inşa edilen ulus-devlet anlayışının ürettiği bir sorundur. Bu zihniyet aslında sadece Kürt kimliğinin inkârını değil, geleneksel anlamıyla Türk kimliğinin de yeniden tanımlanmasına yol açmıştır. Buna bağlı olarak modern bir asabiye türü olarak Türklük ile çelişen, laik-Batıcı bir anlayışla kurgulanan Türklük formuna sığmayan, sığdırılamayan her türlü aidiyeti yabancı sayıp kendisine düşman bellemiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlık tanımına ilişkin görüşleriniz nelerdir? Kürtler özelinde bir değerlendirme yaptığınızda vatandaşlık tanımını yeterli buluyor musunuz?

Vatandaşlık bağını Türklük temelinde tanımlayan bir yaklaşım kaçınılmaz biçimde farklılıkların dışlanmasını beraberinde getirmiştir. Bu coğrafyada yüzyıllardır bir zenginlik kaynağı olarak görülen çeşitliliği yok sayan ve otoriter bir zihin yapısıyla tektipleştirme çabasına yönelen bu yaklaşım tarzının adaletten uzak olduğu gibi mutluluk da getirmediği, bilakis çatışma ve huzursuzluklara yol açtığı da görülmüştür.

Ulus devlet anlayışı kaçınılmaz biçimde dayatmacılığı beslemekte, bu da toplumun belli kesimlerinin kendilerini yabancı ya da dışlanmış hissetmelerini beraberinde getirmektedir. Bu durumda vatandaşlık tanımından başlayarak devlet-toplum ilişkisinin dışlayıcı değil, kapsayıcı bir formda yeniden inşa edilmesi gerekmektedir. Kürtlerin de başka etnik ve kavmi unsurların da kendilerini ikincil unsurlar değil, bu ülkenin asıl sahipleri hissedecekleri bir anlayışın yasal düzeyden başlayarak tüm devlet yapısına hâkim olması adaletin gereği, huzurun kaynağıdır.

Kürt meselesiyle ilgili 2013-2015 yılları arasında iktidarın başlattığı ama nihayete erdiremediği bir çözüm süreci gelişti, bu süreçle ilgili görüşlerinizi alabilir miyiz?

Çözüm süreci sonuç itibariyle akamete uğramış olmakla beraber bazı gerçeklere ışık tutmuştur. Elbette iktidarın da Kemalist resmi ideolojik kalıplardan kaynaklanan bazı engellemelerle, sınırlamalarla yüz yüze olduğu görmezden gelinemez. Mamafih bu kısıtlamalara rağmen on yıllar boyu yok sayılan, inkâr edilen Kürt sorunun kabullenilmesi ve topluma taşınması noktasında iktidarın büyük bir riski göze aldığı ve çok büyük bir adım attığı kabul edilmelidir.

Ne yazık ki örgütün ideolojik fanatizmi ve gerçekler yerine sloganlarla davranma alışkanlığı sürecin ilerletilmesine imkân bırakmamıştır. Bu durum büyük ölçüde PKK’nın Suriye’deki gelişmelere bağlı olarak elde ettiği pozisyonla da alakalıdır. Ardına ABD ve diğer emperyal güçlerin desteğini alan örgüt “Rojava Devrimi” hayallerine kapılarak taleplerini makul düzeyde tutmak yerine giderek tırmandırmış ve bu da çözüm sürecinin çatışmaya dönüşmesini getirmiştir. Bu zaman zarfında iktidarın esnek yaklaşımından ötürü alanı tamamen domine etmeye, halk üzerinde tahakküm kurmaya yönelik örgüt siyaseti de ayrıca süreci zehirlemiştir.

Sonuç itibariyle çözüm sürecinin belki tek kazanımı toplumun daha önce bu konuya hayli uzak kesimlerinin de artık Kürt sorunun varlığını kabullenmesi, en azından müzakere edilmeyi gerektiren bir sorunun ortada olduğunu anlaması olmuştur. Buna karşın şurası da net olarak görülmüştür ki Kürt milliyetçi hareketi güçlü olduğu noktada baskıcı, dayatmacı bir kimlik ve pratiğe sahiptir. Geçmiş deneyimler de, halen alan hâkimiyetine sahip bulunduğu yörelerde ortaya koyduğu tavırlar da herkese milliyetçi körlüğün, ilkel gururun had safhada örneklerini sunmaktadır. Bunu anlamak, gözlemlemek için halkını katleden BeşşarEsed çetesiyle girilen kirli işbirliğine ve Suriye Kürtlerine karşı işlenen cinayetlere, yapılan baskılara bakmaya gerek yok. Ya da demokratik özerklik adı verilen totaliter ütopyanın Kürt halkına vaad ettiği zindanı yaşamak da gerekmez. Halen güçlü olunan bölgelerde muhalif konumda görülen oluşumlara, çevrelere veya şahıslara karşı gösterilen tahammülsüzlük, izlenen sindirme siyaseti her şeyi ayan beyan ortaya koymaktadır.

Şurası açıklıkla görülmelidir ki, Kürt sorununa çözüm adı altında PKK’nın tahayyül ettiği şey anadilde eğitim, Kürt kimliğinin yasal temelde kabul edilmesi, hatta genel af gibi makul ve haklı taleplerden ibaret değildir. PKK gücünü, otoritesini kurup geliştirebileceği bir toprak, sınırlı da olsa bir hâkimiyet alanı peşindedir. Böylesi bir sonuç ise Kürt milliyetçiliği zehiriyle kafasını bulandırmamış herkes için mevcut şartları bile aratacak şekilde daha yoğun, daha ağır ve daha sistematik bir zulüm demektir. Bunun ise akıl sahipleri için asla tercih edilemeyecek bir felaket tablosu olacağı kuşkusuzdur.

Son süreçte bu meseleyle ilgili çok önemli gelişmeler görüyoruz; özellikle MHP Lideri Bahçeli’nin, Öcalan’a “Umut Hakkı” kapsamında silahları bırakma çağrısı yeniden Türkiye’nin en önemli gündemi konumuna geldiğini söyleyebiliriz. Bahçeli’nin bu konuyla ilgili söylem ve yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu sözlerin ve beyanların henüz tam olarak neyi kapsayıp neyi dışladığını bilmiyoruz. Somut manada neler içerdiğine dair beyan sahiplerinin de net bir fikir sahibi olduğunu da sanmıyorum. Ama şu haliyle mevcut bir sorunun, uzun zamandır görmezden gelinen yakıcı bir sorunun varlığının kabul edilmiş olmasının, konuşulmaya başlanmış olmasının bir ilerleme, bir olumluluk olduğu açıktır. Üstelik bu sözlerin MHP gibi Türkiye’de Kürt sorununu hep görmezden gelmiş, inkâr etmiş bir partinin Genel Başkanı tarafından seslendirilmesinin daha da önemli olduğunu vurgulamak gerekiyor.

Peki, bir taraftan Öcalan’ın silahların bırakılması için meclise davet edilmesi ve bu çağrının hemen akabindeyse DEM partisinin elinde bulundurduğu bazı belediyelere Kayyım atanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Eğer bazı adımlar atılabilecek bazı gelişmeler yaşanacaksa dahi bu sürecin kolay gelişmeyeceği, gerilimli, gelgitli bir süreç olarak devam edeceği baştan kabul edilmeli. Zorlu bir konu bu, kolay ve çabuk gelişmesini beklemek doğru olmaz. Taktiksel olarak da taraflar ellerini güçlü göstermek isteyeceklerdir. Nitekim konu tam da sıcaklığıyla gündemleşmişken PKK’nın Ankara’da TUSAŞ’ta yaptığı eylem dikkat çekiciydi.

Son olarak şunu sormak istiyorum; gelinen bu aşamada Kürt meselesinin çözümü için kısa ve orta vadede neye ihtiyaç duyulmaktadır? Siz, söz konusu mesele hakkında yaşananları hangi çerçevede değerlendirmeyi daha uygun buluyorsunuz?

Mevcut sistem bu ülkede yaşayan insanlara Türk ulusal kimliğini dayattığı müddetçe Kürt sorununun varlığı inkâr edilemez. Kürtleri ve Kürtlüğü sorun haline getiren şey devletin resmi ideolojik dayatmalarının devam etmesidir. Ne yazık ki laik devlet ve siyasal kültür “ben kimim” sorusunun mahiyetini, kaynağını ifsad etmiştir. Müslüman için kimlik ne demektir, ne esastır? Bu soruya net ve sahih cevaplar vermek durumundayız. Aidiyet bilincimiz, kimlik hassasiyetimiz elbette milliyetçilikle malul, etnik düşünmeye koşullanmış, asabiyeci bir zihin yapısının mensuplarından çok farklıdır.
Müslümanlar olarak yaşadığımız coğrafyanın, hatta dünyanın parçacı biçimde ele alınmaması gerektiğine, halklarımızın kaderinin ayrı olmadığına inanıyoruz. Bununla birlikte bir halk kendini nasıl tanımlıyorsa ve neyi talep ediyorsa elbette kendi tercihinde özgür olduğunu da kabulleniyoruz. Ayrılmak, ayrı yaşamak da dahil olmak üzere her halk, her topluluk kendi geleceğini kendi tayin etmeli ve herhangi bir dayatmaya maruz kalmamalıdır.

Bununla birlikte bizler, Ümmetin daha fazla bölünmesinin değil, birleşmesinin, adalet ve hakkaniyet temelinde birlikteliğinin sağlanması için çaba sarfetmeliyiz. Dünya küreselleşirken, yaşadığımız bölge daha fazla parçalanmamalı, atomize olmamalı!

Bunun için ise İslam’ın adalet ve hakkaniyet anlayışına uygun olarak, kardeşlik hukukuna uygun bir çözüm önerisi sunmalıyız. Özetle önerimiz içinde yaşadığımız devletlerin tanımdan pratiğe her alanda etnik temelli bir yapılanma olmaktan kurtarılıp, adalet ve hakkaniyet temelinde kuşatıcı bir kimliğe kavuşturulmasıdır. Somutlaştırmak gerekirse yaşadığımız devletin Türk devleti olmaktan çıkartılmasıdır.

Aynı şekilde Ortadoğu’daki tüm devletler de etnik kimlikli devletler olmaktan kurtulmalı, bu cahili anlayıştan arındırılmalıdır. Bu coğrafyada yaşayan herkesin kendisine ait hissedebileceği, hiç kimsenin kendisini imtiyazlı algılayamayacağı, yine hiç kimsenin kendisini yabancı, mağdur, 2. sınıf hissetmeyeceği bir zemin inşa edilmelidir. Kısacası Resulullah’ın (s) da buyurduğu gibi “kendimiz için istediğimizi, kardeşimiz için de istediğimiz zaman” sıkıntı biter, sorunu çözeriz.

Rıdvan Kaya Kimdir?

Özgür-Der Genel Başkanı ve Haksöz Dergisi ile haksozhaber sitesi yazarı olan Rıdvan Kaya 1964 İstanbul doğumludur. Boğaziçi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Kaya’nın yayınlanmış 12 kitabı bulunmaktadır.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.