Asıl adı Osman Zeki Yüksel’dir.
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi öğrenciliği sırasında 1944 Mayıs ayında meydana gelen olaylara karıştığı için
Hüseyin Nihal Atsız’la birlikte bir süre hapis yattı, hapisten çıktıktan sonra öğrenim için aynı fakülteye başvurduysa da bu isteği reddedilince dönemin
Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’e hitaben yazdığı ve “Yüksek vekaletin alçak vekiline” diye başlayan yazı yüzünden yeniden hapsedilmişti.
Merhum hapse gittiği sırada, “Açın kapıları Osman geliyor!” diye esprisini patlatmıştı. Çıkardığı dergisi inkıtaa uğramış, ancak çıktığı zaman da “Biz, bir çıkarız, pir çıkarız. Serdengeçti sayıyla değil, tuşla galip gelir!” demişti.
Hapisten çıktıktan sonra birçok sayısı siyasi irade tarafından toplattırılacak olan toplam 33 sayı
Serdengeçti dergisini yayımladı. Dergideki yazılarından dolayı okuyucuları onu “Serdengeçti” olarak andılar ve bu nedenle kendisi de sonradan Serdengeçti soyadını aldı.
Serdengeçti nesilleri etkileyen önder şahsiyetlerin ilk sıralarında gelmektedir. Bir nesli nasıl mahvettiklerini onun adı taşıyan kitabından öğrendik. Bankayı mabed, parayı mabut haline getiren Batı medeniyetinin sonunda Ankara’yı nasıl “Mabedsiz Şehir” yaptığını o bize anlattı. “Bir Fakültenin iç Yüzü”nü öyle teşhir etti ki, bu iğrenç manzara karşısında insanın donup kalmaması mümkün değildi. “Gülünç Hakikatler”i okurken okuyucu zaman zaman güler, kimi zaman da ağlardı.
Serdengeçti, ülke çapında uygulanan maneviyat katliamına şahit oldu. Bir millet evlatlarının nasıl dinsizleştirildiğini, hangi yöntemlerle densizleştirildiğini olanca feci manzaralarıyla gördü. Bütün bu facialar karşısında susmadı, susturulamadı. Hiçbir zaman haksızlık karşısında dilsiz şeytan olmadı. Mebus olacakken mahpus oldu. İki yakasını bir araya getirmek için bile kravat takmadı, dünya nimetlerinin yüzüne bakmadı.
1965-1969 yılları arasında
Adalet Partisi listesinden
Antalya milletvekilliği yaptı. Partisine yönelttiği eleştiriler yüzünden bir süre sonra Adalet Partisi’nden ihraç edildi. Milletvekilliği sırasında kravat takmadığı için uyarı aldı, uyarıları dikkate almayınca genel kurula girişi yasaklandı. Devrin Başbakanı çok ısrar edince kravatı bu sefer beline bağladı ve bu vaziyette meclise gitti.
Ancak polislerin engeline takıldı. Antalya Milletvekili olduğunu ispat edene kadar akla karayı seçti. Bu kez beline bağladığı kravatla içeri girdi, yakasına takması gerektiğini söyleyenlere ise “Kanunda nereye takılacağı belli değil, istediğim gibi takarım” demişti. Meclis’e, döner kapıdan girildiğini görünce “Bu döneklik daha kapıda başlıyor!” demekten kendisini alamadı. Niçin kravat takmadığını soran milletvekillerine “Biz boynu yularlı, cebi dolarlı insanlardan değiliz” diye cevap vermişti.
Ankara’da bir apartmanın bodrum katında büro açmış ve burada etrafa ışık saçtı, ama kendisi her zaman alâyişten, gösterişten kaçtı. Her sayısı bomba gibi patlayan Serdengeçti’yi burada çıkardı. İnsanlar Serdengeçti’yi okuyarak kendilerinden geçtiler. Serdengeçti Neşriyatı adı altında çeşitli yayınlar yaptı. “Mabedsiz Şehir”, Bir Nesli Nasıl Mahvettiler”, Şeyh Şamil”, “Mehmet Akif ve Mevlâna”, Ayasofya Davası”, “Peygamber Kahraman Muhammed”, “Kanuni Devrinde Bir Sefirin Hatıraları”, “Beynelmilel Yahudi”, adlarıyla birtakım eserler bastı.
Heyecanlı konuşmalarıyla maneviyatçı gençliğin hamurunu yoğurdu. Yeri gelince arı kovanına çomak sokmaktan, millet düşmanlarına hain hain bakmaktan, selam vermeden geçen kuşun yuvasını yıkmaktan çekinmedi. Millet olmanın asaletini yaşadı, vekaletine o kadar önem vermedi. Başına kalpakla odasına girdiği devrin içişleri bakanının ikazı üzerine: “Beyefendi! Benim kalpakla uğraşacağına, dışarıdaki kaltaklarla uğraş!” demekten çekinmedi.
Ömrünün son günlerinde Parkinson hastalığına yakalanıp elleri titremeye başlayınca, yine espri yapmaktan vazgeçmedi ve Alparslan Türkeş’e “Verdiğin emirlere bir ben sadık kaldım. Ey Türk, titre ve kendine dön, dedin. O günden beri titriyorum, fakat bir türlü kendime dönemiyorum!” şeklinde sözler sarfetmişti.
Bütün ömrünü milletimizin manevi değerlerine adayan Serdengeçti, Cağaloğlu’nda bir yayınevinde oturmuş çay içiyordu. O sırada bir yandan önüne konan çayı karıştırıyor, diğer yandan ünlü esprilerinden birini daha yapıyordu: “Bakın, şimdi çayını karıştıramayan bu el, bir zamanlar bütün memleketi karıştırıyordu.”
1950 yılında o zamanki Diyanet İşleri Başkanı Ahmed Hamdi Akseki, Hacc’e gitmek istedi. Ancak o yıl seçim yılı olduğu için İnönü, Hacc’a gitme işini bir sene ertelemesini istedi. Başkanlık
makamına da bir araba tahsis etti. Bunun üzerine Hocanın hemşerisi olan Serdengeçti şunları yazmıştı: “Allah’ın emri mi mühim, İnönü’nünki mi? Allah gel diyor, İnönü gitme diyor. Siz hangisine uyacaksınız? Hem Azrail’le anlaşmanız mı var ki, seneye gideceğinizi söylüyorsunuz? Hoca Efendi, Sırat Köprüsü’nü sana verilen bu makam arabasıyla mı geçeceksin? Bırak bunlara uyma!”
Gerçekten de Serdengeçti’yi Allah konuşturmuştu. Ahmed Hamdi Akseki 1951 yılına ertelediği haccını yapamadı, çünkü ömrü vefa etmedi.
Yeni İstanbul gazetesinde “Selam” başlığı altında yazılar da yazdı.
Necip Fazıl‘ın yakın arkadaşlarından olan Serdengeçti, hazırcevaplığıyla tanınırdı. Irkçıların “Tanrı Türk’ü korusun” demesine üzerine, “Tanrı Türk’ü, Allah da Müslüman’ı korusun” demişti. 10 Kasım 1983’te
Ankara’da öldü ve
Cebeci Asri Mezarlığı’nda metfundur. Vesselam.
Muhammed Zeki Mirzaoğlu
Araştırmacı Yazar