Ayının postu ağır olur taşıyamayız, düşmanı da dost yaparsak bize ihanet eder. Kur’an’da, “Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah’ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah’tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.”(Bakara:120) buyurmuştur.
Haçlılar, bizi savaş gerçeği ve karakteri konusunda aldatmak için içlerindeki gizli amaçlarını uydurma sloganlarla belirtebilirler ve böylece biz onların tuzaklarına düşersek ancak kendimizi kınamalıyız. Zira böylece Allah’ın peygamberini ve ümmetini yönelttiği çizgiden uzaklaştırmış oluruz. Sakın onları hidayete erdirmek, inanmalarını sağlamak, ya da dostluk ve sevgilerini kazanmak gibi endişeler seni bu hassas yoldan döndürmesin.
Haçlılar, “Medeniyet” adı altında “Batının küfrünü hoş görme fitnesi” hâlen varlığını sürdürüyor. İslam hukukçuları, “Müslüman inkarcıya mirasçı olamaz.”(Buhari, Müslim) hadisine dayanarak, “küfrün tek millet olduğunu” söylemişlerdir.
Ehli kitap ezelden beri, Kur’an’ın getirdiği ahlak onlara ağır geliyordu. “Senin gibi olamazsam, seni kendim gibi yaparım” kuralından hareketle, Hz. Peygamber’i kendilerine uymaya teşvik ediyorlardı. Bu teşviklerinin etkili olması için de hoşnutluklarını kazanmayı bir ödül gibi ortaya sürüyorlardı.
Haçlı seferleri Avrupa, barbarlığına rağmen bugünün resmi Avrupa’sından nispeten daha ahlaklıydı. Haç’ın Hilal’a karşı zaferi için savaştı ve sadık bir düşmana karşı ilan edilmiş bir düşman olarak yürüdü.
Bu günkü Avrupa ve Batı’da faiz yuvaları bankalar, tüm mezheplerin Altın Buzağıya tapmak için buluştuğu gerçek Tapınaktır. Maddi çıkarlar finansörlerin gücüyle üstün gelir; kılıç, farkında olmadan, borsanın hizmetindedir; silahlı adamlar, paralı adamlar tarafından işlenecek zemini hazırlar.
Hoşgörü, Avrupa’da ne dini alanda ne de özellikle sömürge politikasının siyasi alanında hiçbir zaman ulusal bir erdem olarak uygulanmamıştır. Kendisi gibi düşünmeyen insanlardan nefret ederler, sözde özgürleşmelerine rağmen, Avrupalıların çoğu hala Haçlı atalarının fikirlerini paylaşmaktadır. Eylemlerinin altında yatan nedenler de değişmemiştir.
Geleneklerine göre Katolik, mizaçlarına göre özgür düşünen, konuşmalarında son derece demokrat, özellikle de kamuoyunun tepkisini çekmemek işlerine geldiğinde; ama iş eylemleriyle sözlerini örtüştürmeye geldiğinde, artık tanınmaz hale geliyorlar. Descartes, “Doğru olduğu açık ve seçik bir şekilde kavranmadıkça hiçbir şeyin doğru olarak kabul edilmemesi gerektiğini” yazmıştır. Aziz Pavlus, “Sizin gibi düşünmeyen birine düşman gibi davranmayın, onu kardeşiniz olarak uyarın.” dediği halde, ne yazık ki, bu ahlaki yükümlülüklerin hiçbiri günümüzün siyasi eylemlerinde görülmemektedir.
Politikalarının şekli değişmiş olabilir ancak dindarca bencilce kalmıştır. Müslüman ülkelerin fethedilmesi, zenginliklerinin tekelleştirilmesi ve güçlerinin yok edilmesi hala batı politikasının temelini oluşturmaktadır. “Bencil adam” diyordu Bacon, “Yumurtasını pişirmek için komşusunun evini ateşe verir” gördüğümüz de tam olarak budur. Bu amaca ulaşmak için her yol meşru görünmektedir. Onursuz emeller besleyen herkes doğal olarak kurnazlık yapar ve alçakça yalanlara başvurur. Siyasetten bahseden Frederick, “Hükümdarlık Sanatı” adlı kitabında, “İnsanın hemcinsini aldatmasının korkakça bir eylem olduğu herkes tarafından kabul edildiğinden, darbeyi yumuşatmak için bir (elastiki) terim aranmış ve siyaset kelimesi seçilmiştir.” diyordu.
Frederick’ten bu yana siyaset bu yönde büyük bir ilerleme kaydetmiştir; iftira, yalancı şahitlik, hainlik ve ihanet, siyasi ve askeri müdahaleye zemin hazırlayan mevcut edip diplomasinin silahlarıdır. Bismarck, “Bu dünyada iki yüzlülük ve yalandan başka bir şey yoktur” diye acımasızca gözlemlemiştir. Uygarlık barbarlığı ortadan kaldırmadı, sadece onu rafine etti.
Kuşkusuz, demir yolları ve deniz yolları en ıssız bölgeleri silikon hale getiriyor; madenler her yerde toprağı kazıyor, tükenmez petrol rezervleri ortaya çıktıkça, her türden ürün yığınları Avrupa’ya, Batı’ya akın ediyor.
Ben ne ırkçıyım ne de yabancı düşmanıyım, ancak Alman Edebiyatının ilk önemli eleştirmeni, Lessing’in dediği gibi, “Tanrı korusun ki vatanseverlik beni bir dünya vatandaşı olmaktan alıkoymasın.” Ülkemi seviyorum ama insanlığı ve hakikati de aynı derecede seviyorum. Batı’nın barbarca politikaları beni ne kadar isyan ettirse de entelektüel ilerlemesi, bilimsel keşifleri ve bunların müthiş uygulamaları bana hayranlık ve saygı uyandırıyor. Bu konuda hüküm hadiste “Hikmet müminin yitik malıdır, onu nerede bulursa alır.”(İbn Mace) hükmü gereğidir.
Türkiye’nin Avrupa Birliğine girme sevdasını ve hevesini bilmem ama, ben sadece uyarıyorum! Çünkü Batı güvenilmezdir. 1948 yılında İsrail’i haçlıların kurduğu bir gerçektir, “Haçlılar İslam’ın en büyük düşmanı, bugün İsrail’e terör faaliyetleri yaptıranlar da onlar. Siyonizm’in kurucusu haçlılar. Önce Siyonist Hristiyanlığı kurdu. Yani bugün Siyonist Hristiyanlık Siyonist Yahudilikten daha az tehlikeli değildir. “Küfür tek millettir.” Küfür İslam karşısında nasıl birleşiyorsa, Müslümanların da tek ümmet olarak küfür karşısında birleşmesi lazım. Ey Müslümanlar! Bir olalım, beraber olalım, birlik olalım. İslam’ın mefkuresi etrafında, ilkeleri etrafında dünya Müslümanları toplanalım. Zulme karşı beraber olalım, küfre karşı birlikte olalım. Tebliğ ettim mi Ya Rab! Tebliğ ettim mi Ya Rab! Tebliğ ettim mi Ya Rab! Vesselam.
Muhammed Zeki Mirzaoğlu
Araştırmacı Yazar