Hadiste “Kadın bir kaburga kemiği gibidir… onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın. (Müslim) Kaburga kemiğinin en eğri yeri en üst yanıdır. Kendi haline bırakırsan eğri halde kalır. Öyleyse kadınlara hayırhah (iyilik isteyen) olun.” (Buhari) Allah erkeğe güçlü bir vücut, kadına da güçlü bir duygu vermiştir. Nice erkek hükümdar ve yiğidin gücünün, bir kadının duygu ve gücü karşısında zayıf kaldığını tarih şahitlik etmiştir. Kadınla iletişim becerilerinden biri, onu etkileyen anahtarı bilmektir. O anahtar, duygudur. Onunla ancak onun anladığı bir davranışla baş edersiniz.
“Kaburga kemiği metaforu” mecaz cahilin elinde hakikat kesp eder. Bu metaforda anlatılan neyden yaratıldığı değil teşbihiyle kadının eğe kemiği gibi kırılgan olduğunu ifade ederek duygusal yaratılışına dikkat çekilmiştir. Burada anlatılmak istenen kadının kendine özgü bir yaratılışa kadınımsı fıtrata sahip olduğu hususudur, yoksa eksik bir yaratışa sahip olduğu anlamına gelmez. Bu metafordan hareketle erkeğin birinci, kadının ikinci sınıf cins olduğu anlamını çıkarmak cinsiyetsizliktir.
Yaratılış özellikleri ve fonksiyonları itibariyle kadınlar erkeklerden farklı ise, onları kendi farklılıklarıyla kabul etmek gerekir, onları değiştirmeye kalkışmak fıtratlarıyla oynamak demektir ki, modern piyasa ekonomisi ve feminist akımlar kadını erkekle eşitleştirmek suretiyle fıtratlarını değiştirmeyi hedefliyorlar.
Hadislerde anlatmak istenen kadınla nasıl geçinmek gerektiğidir. Dövüp sövmekle kadını arzu edilen şekle koymanın mümkün olmayacağını ifade buyuran Hz. Peygamber, şiddet ve hiddet yerine, ülfet ve şefkat yolunu tercih etmenin daha iyi netice vereceğini ve böylece ondaki bazı kusurları düzeltmenin mümkün olabileceğini tavsiye buyurmaktadır.
Kadın, kocanın yoksulluğuna, çirkinliğine ve işine sabredebilir. Fakat onun kötü huyuna sabretmesi pek nadirdir. Kadını büsbütün kendi haline bırakmakla ona iyilik değil, kötülük yapılmış olur.
Mubah işlerde kadını serbest bırakmak doğru olmakla beraber, dünya ve ahiretine zarar verecek hususlarda onu en doğruya götürmek icap eder.
Böylece “Kendinizi ve ailenizi cehennem ateşinden koruyunuz” (Tahrim:6) ayetinin gereği de yapılmış olur. Zor kullanmanın, aile münasebetlerini büsbütün çıkmaza sokacağı ve tamiri mümkün olmayan dargınlıklar doğuracağı, bunun da yuvanın yıkılması demek olacağı belirtilmektedir.
Hadisler erkeğe pek rahatlık verici gelen bazı davranışları hoşgörüyle karşılamayı, kadını kendisi olarak kabul etmeyi öğütler. Kadını fıtratı zıddına davranışa veya erkek gibi olmaya zorlamak kemiği kırmaya kalkışmaktır. Kadını her bakımdan erkeğin mutlak hoşuna ve arzularına göre davranmaya zorlamaya kalkışmanın sonucu evlilik birliğinin bozulmasıyla sonuçlanır.
“Kaburga kemiğinin en eğri yeri en üst yanıdır” buyurulurken, kadının en sorunlu yanı üst tarafı yani başındaki dilidir, denilmiş olunamaz mı? Bu takdirde mana daha bir açıklık kazanmaktadır. Zira kadının cehenneme ne yüzle gireceğini açıklarken Peygamber; “Siz çok lanet eder ve kocanızın iyiliklerini görmezden gelirsiniz.” (Buhari) buyurmuştur.
Lanet dille yapıldığına göre; kocanın maddi durumunu düşünmeden, konu komşuda gördüğünü istemesi, dediği olmazsa hırçınlık yapması, hatta boşanmaya kalkması, aile sırlarını olur olmaz kişilere açması, dedikoduya düşkün olması gibi özellikleri sebebiyle dili kastedilmiş olma ihtimali olabilir.
Erkeğin yapacağı şey, kadındaki bazı kaprislerin tabii olduğunu kabul ederek ona karşı anlayışlı davranmaktır. Kadındaki her kusuru düzeltmeye kalkmak, onun kırılması, gücenmesi manasına da gelir. İyi olan buna fırsat vermemek ve affedilebilecek kusurlarına göz yumup sabrederek iyi geçinmeye çalışmaktır. Bu “Kadınlarla maruf (güzel) bir şekilde hayatınızı sürdürün.” (Nisa:19) ayetinin sırrıdır.
Maruf; toplum tarafından bilinen, kabul edilen, hoş karşılanan dine göre de meşru ve makbul olan davranışlardır. Bundan dolayı “maruf bir şekilde hayatınızı sürdürün” emri, iyilik üzere eşiyle yeme/içme ve muaşeret içinde olan, yuvasını cennet bahçesine çevirir.
Her hayat yeni bir ailedir ve aile, dünyanın küçültülmüş bir şeklidir. İnsani kültürün ilk ve en evrensel kurumudur. Bir aileye mensup olmak, insanoğluna verilmiş en büyük nimettir. İnsan hayatında doğumla ölüm arası gerçekleşen her şeyin aile içinde bir karşılığı vardır.
Bu yüzden insanoğlunun kurduğu aile düzeni diğer varlıklarınkine benzemez. Çünkü aile yuvası insan için bir varoluş ortamı, bir kültür ve medeniyet ocağıdır. Bu ocağı tüttürmenin yolu, “İnsanlar dört özelliğinden biri dolayısıyla bir kadınla evlenirler; zenginlik, soyluluk, güzellik, dini ve ahlakı. Sen dindar kadınla evlen ki, mutlu olasın.” (Buhari, Müslim) fermanındadır.
İnsanın hayatı boyunca bütün amacı ve çabası iyi bir aile kurmak ve ailesini mutlu etmeye çalışmaktır. Bundan dolayı bu ailenin mutluluğu elbette ki aile içerisinde nezaketin uygulamasıyla mutlu bir aile olunur ve bu toplumda da yankısını bulacaktır. Biz buna huzur içerisinde katlanmak diyor ve aileyi, kadın ile kocanın birbirlerini değiştirme ameliyesi değil birbirleri ile mutlu bir aile tablosunu oluşturmak ve ümmete yararlı çocuklar yetiştirmek olarak biliyoruz.
Kadın ve erkek, birbirini dönüştürmek için değil, birbirinin eksiğini tamamlamak için yaratılmıştır. Aile, bu iki farklı cevherin uyum içinde bir yuva kurmasıdır. Kadının dilini, duygusunu, yaradılışını anlamak ve ona göre yaklaşmak, evliliği güçlü ve kalıcı kılar. Merhametin hâkim olduğu bir ev, sadece eşlerin değil, ümmetin geleceğini de inşa eder. Aile; sadece birlikte yaşamak değil, birlikte yaşatmak demektir. Vesselam.
Muhammed Zeki Mirzaoğlu
Araştırmacı yazar